Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

Güzel Selin



   Bir varmış, bir yokmuş, herkesin mutluluk içinde yaşadığı bir ülke varmış. Bu ülkenin kralı ihtiyar mı ihtiyarmış. Gelgelelim oğlu hem genç, hem çok yakışıklıymış. Genç prens bütün gün ata biner, ava çıkar, bir dakika bile boş durmazmış. Cesaretini mi sordunuz? Tabii çok cesurmuş. Hatta bir gün köylüler iyi yürekli ihtiyar krala gelip , koyunlarını yiyen kurttan şikayette bulunmuşlar. Onları dinleyen prens hemen kılıcını kuşanmış, atına binip dağlara çıkmış. İki gün iki gece ormanda dolaşmış durmuş ta ki kurdu bulup öldürünceye dek.



   Geri döndüğünde köylüler prensin ayağına kapanıp hep bir ağızdan "Allah seni başımızdan eksik etmesin güzel prensimiz. Fakat senden bir ricamız daha var" demişler.



   Prens "Nedir ricanız?" diye sorunca köylüler yine hep bir ağızdan "Evlenmeni isteriz prensimiz. Senin gibi güzel bir veliaht isteriz" demişler.



   Prens onlara dönerek "Pekala yurttaşlarım, benim iyi yürekli halkım. Lakin söyleyin bana. Yüzünün güzelliği kadar yüreği de güzel, benim prensesim olacak bir kız var mı bu ülkede?" demiş.



   Köylüler birbirlerine bakışıp fısıldaşmışlar. Yine hep bir ağızdan "Sana söz veriyoruz prensimiz. Periler kadar güzel, melekler kadar iyi huylu bir kız bulup getireceğiz" demişler.



   O günden sonra köylüler bu iş için aralarından üç kişiyi seçmişler. Bu üç kişi kılık kıyafet değiştirip düşmüşler yollara güzel prensesi bulmak için.



   İşte masalımız da burada başlar.



   Selten Bacı'nın üç kızı varmış. Büyüğünün adı Ayşe, ortancanın Elif, küçüğünün ise Selin'miş.



   Küçük Selin güzel mi güzelmiş. Bukle bukle, sapsarı saçları, kirazdan dudakları, al yanakları varmış. Bu kızcağızın huyu da çok iyiymiş. Ablaları ona ikide bir "İyilikle bir şey elde edemezsin saman kafalı kız! Bak, bizim gibi akıllı ol" derler, alay ederlermiş.



   Zavallı Selin ablalarının alaylarına rağmen hiç kızmaz, yine de onları çok severmiş.



   Günlerden bir gün prensin evlenmek için kız aradığı haberi Selten Bacı'nın da kulağına gelmiş. Bir akşam üç kızını da yanına çağırıp "Bakın kızlarım. Prensimiz güzel, iyi huylu bir kız arıyormuş. Bizde o talih nerede? Ama ne de olsa sizler de evlenecek çağdasınız. Bugünden sonra kendinize biraz çeki düzen verin. Şans bu ya, belki bizim de kapımızı çalan olur " demiş.



   Ayşe ile Elif gülüşmüşler.



   Ayşe annesi odadan çıkar çıkmaz aynanın karşısına geçmiş. Uzun uzun kendine bakmış. Sonra hırsla "Sırtımdaki şu kambura bak. Hiç prens kambur bir kızla evlenir mi?" diyerek başlamış ağlamaya.



   Elif atılmış "Benim de saçlarım yok. Hiç prens kel bir kızla evlenmek ister mi?" demiş.



   O da başlamış ağlamaya.



   İkisi de ağlaşıp dursunlar, Selincik yerinden kalkıp ablalarını teselli etmek için yanlarına gitmiş. "Ablalarım, canım ablalarım, ağlamayın ne olur!" demiş.



   Kötü kalpli kızlar başlarını kaldırıp da kendilerini teselli eden Selin'i görünce onun güzelliği karşısında şaşırıp kalmışlar.



   Ayşe "Elif, şunun güzelliğine bak. Prens Selin'i görürse, onunla mutlaka hemen evlenmek ister" demiş.



   Elif de "Doğru söylüyorsun " der gibi başını sallamış.



   İki şeytan kız aralarında kulaktan kulağa fısıldaşıp bir şeyler konuşmuşlar. Sonra Selin'e dönerek "Hadi bakalım, gidiyoruz" demişler.



   Ayşe Selin'in bir kolundan, Elif de diğer kolundan tutmuş. Zavallı kızcağızı sürükleye sürükleye epeyce yürütmüşler.



   Selin "Beni nereye götürüyorsunuz ablalarım?" diye bağıradursun, kötü kalpli kızlar Selin'i bir mağaradan içeri atıp, mağaranın ağzını büyük bir taşla kapatmışlar.



   Bundan sonra neler olmuş, okuyup görelim:



   Ayşe sırtındaki kamburdan kurtulup da prensle evlenebilmek için tutmuş büyücünün yolunu. Günlerce yürümüş, yürümüş. Nihayet açlıktan bayılacağı bir anda az ilerde büyücünün kulübesini görmüş. Kulübeye ulaşınca kapyıı çalmış.



   - "Kim o?" diye çatlak bir ses duyulmuş içerden.



   Ayşe "Benim " der demez kapının önüne yığılmış kalmış. Gözünü açtığında, üzerine eğilmiş, bakan kocaman iki gözle uzun bir burun görüp korkmuş.



   Büyücü sormuş:



   - Söyle, sen kimsin? Niye bana geldin?



   Ayşe prensle evlenmek için sırtındaki kamburdan kurtulmak istediğini söylemiş. Bunun üzerine büyücü altı çeşit otu bir kaba koyup kaynatmış. Üfleyip püfleyip Ayşe'ye içirmiş. Ayşe bir anda değişip güzel bir kız oluvermiş. Ama içindeki kötülük aynen kalmış. Büyücüye veda edip kralın sarayına gitmiş.



   - "Ben prensle evlenecek güzel kızım" demiş.



   Gerçekten de çok güzelmiş. Simsiyah uzun saçları, ok gibi kirpikleri, alevden yanakları varmış.



   Prens Ayşe'yi görünce "İşte baba! Benim evleneceğim kız bu olmalı. Şu güzelliğe bak" demiş.



   Kral da Ayşe'yi çok beğenmiş. Bir an evvel düğün olsun demiş. Sarayda bir hazırlık başlamış ki sormayın. Her yer süslenmiş. Çeşit çeşit yiyecekler hazırlanmış. Herkese yeni giysiler dikilmiş. Nihayet düğün günü gelip çatmış.



   Prens Ayşe'ye prenses tacını takıyormuş ki koşa koşa biri gelmiş. Bütün davetlileri bir kenara iterek kendine yol açmış.



   - "Hayır prensim, durun! O kızla evlenemezsiniz" demiş.



   Prens kızarak "Atın şu ihtiyarı dışarı!" diye emir vermiş. Ama ihtiyar diretmiş.



   - "Prensim, beni dinleyin ne olur! Evlenmek istediğiniz kız aslında çirkin, kötü kalpli bir şeytan!" diye bağırmış.



   Ayşe sesin geldiği tarafa bakınca şaşkınlıktan dili tutulmuş. İhtiyar büyücüyü hemen tanımış.



   Prens "Çirkin, kötü kalpli bir kız mı?" diye kahkahalarla gülmeye başlamış. "Neler söylüyorsun sen kadın? Şu kız nasıl çirkin olabilir?" diye Ayşe'nin yüzünü okşamış.



   Büyücü "Günah benden gitti prensim " diyerek maskesini çıkarmış. Meğer bu büyücü kadın prense kız bulmak için kıyafet değiştiren üç köylüden biriymiş. Prensten, yine otlardan yapılmış bir suyu Ayşe'ye içirmesini istemiş.



   Prens köylünün dediğini yapmış. Ayşe eski haline dönmüş.



   Prens şaşırarak "Beni aldattın demek? Bir prensi aldatmanın cezası zindanda çürümektir. Ama seni affediyorum. Çabuk git buralardan!" demiş.



   Elif'e gelince; o da az gitmiş, çok gitmiş. Bir dere kenarına gelmiş. Su içmek için dereye eğilmiş. Kendi yüzünü görmüş. "Allahım, şu kelime bir çare yok mu?" diye yalvarmış. Tam bu esnada omuzuna bir el dokunmuş. Elif bir çığlık atarak arkasına dönüp bakmış. Bir de ne görsün? Saçları dalga dalga beline kadar uzanan bir kadın.



   Elif "Sen kimsin ey güzel saçlı kadın?" diye sormuş.



   - "Ben saç perisiyim. Senin söylediklerini duydum. İstediğin saçsa, sana vereyim " demiş.



   Elif "Elbette isterim. Bu sayede prensle evlenebilirim" diye sevinmiş.



   Saç perisi "Yalnız bir sakınca var. Saç istiyorsan benim saçımı kesmek zorundasın" deyince Elif "Keserim. Bana ne senin saçından? Ben güzel olayım yeter" demiş.



   Sonra meyva soymak için yanında taşıdığı bıçağıyla perinin saçlarını köküne kadar kesip başına takmış. Koşa koşa kralın sarayına gelmiş. "Ben prensle evlenecek olan kızım" demiş. Prens Elif'in saçlarını görüp aşık olmuş. Kral "Düğün olsun" demiş. Düğün günü gelmiş çatmış.



   Prens Elif'in o güzel saçlarına prenses tacını tam takıyormuş ki "Dur prensim, takma! " diye bir ses işitilmiş.



   Bu ses, Elif'e saçlarını veren saç perisinin sesiymiş.



   Saç perisi olanları tek tek prense anlatmış. Prens de, başkasının saçını kesip kendine saç yapacak kadar kötü kalpli bir kızla asla evlenemeyeceğini söyleyip Elif'i kovmuş.



   Tabii, saç perisinin kim olduğunu anladınız değil mi? Anlamadınızsa, ben söyleyeyim: Prense kız bulmak için kılık kıyafet değiştiren üç köylüden ikincisi.



   Neyse, şimdi bunları bir kenara bırakıp gelelim Küçük Selin'e.



   Selin kötü kalpli ablalarının kapattığı mağarada aç, susuz ölmek üzereyken dervişlerden bir derviş gelip onu mağaradan kurtarmış.



   - "Söyle bakalım, güzel kız. Seni buraya kim kapattı?" diye de sormuş.



   Selin "Hiç kimse derviş dede. Mağaraya girmiştim. Deprem oldu. Kocaman bir taş devrilip mağaranın ağzını örttü." demiş.



   Derviş dede gülmüş. "İşte tam prensime göre bir kız. Kötü kalpli ablalarını bile ele vermeyecek kadar çok seven, hem de gerçekten güzel olan bir kız" diye geçirmiş içinden.



   Derviş Selin'i evine götürmüş. Yedirmiş, içirmiş. Selin yıkanıp güzel saçlarını taramış. Eskisi gibi yanaklarına kan gelmiş.



   Sonra ne mi olmuş?



   Elbette hak yerini bulmuş. Güzel Selin yakışıklı prensle evlenmiş. Bir de çocukları olmuş.



   Dervişe gelince, onu da prensin yaveri yapmışlar. Tabii ki derviş o üç köylünün sonuncusuymuş.



   Hep beraber mutluluk içinde yaşamışlar.


Hikayeler