Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

Bir Yaz Tatili



Ahmet'le Hasan çok iyi arkadaştılar. Evleri de yan yanaydı. Aynı okula giderler, derslerine birlikte çalışırlardı.

Öğretmenleri onları çok severdi. Diğer öğrencilere Ahmet'le Hasan'ı örnek gösterir "Birbirinizi sevin, destek olun. İyi günlerinizi, sevinçlerinizi, dertlerinizi paylaşın. Bencillik kötü şeydir. Birlikten kuvvet doğar" derdi.

Günler geçti. Yaz tatili bir anda geliverdi. Okulun son günü öğretmen bütün çocukları bahçeye topladı. Kısa bir konuşma yaptı. Hepsini birer birer yanaklarından öpüp karnelerini dağıttı. Ahmet'le Hasan sınıflarını geçmişler, bütün derslerinden "pekiyi"almışlardı.

Ahmet'le Hasan daha geçen kıştan bu yaz tatilini beraberce geçireceklerine dair birbirlerine söz vermişlerdi.

Eve geldiklerinde bu planlarını büyüklerine de anlattılar.

Anne ve babaları onların bu isteklerini çok olumlu buldular. Her ikisini de bir izci kampına yazdırıp gönderdiler.

İşte Ahmet'le Hasan'ın öyküsü burada başlar:

Kamp yeri göl kenarında, ormanlık, çok güzel turistik bir köydü. Her sabah erkenden kalkıp süt, bal ve yumurtadan oluşan kahvaltılarını iştah ile yiyorlar, daha sonra çevredeki tarihi yerleri görmek, incelemek üzere yola koyuluyorlardı.

O gün de bir müzeyi gezeceklerdi. Kamp öğretmenlerinin ardında, küçük patika yollardan geçerek şehire indiler. Müzeye geldiklerinde oldukça yorulmuşlardı. Ama gördükleri hepsi çok değişik, çok eski o enteresan şekiller, heykelcikler, yapılar karşısında yorgunluklarını bir anda unuttular. Müzenin esrarlı havasına kapılıp kamp öğretmenlerinin verdiği tarihî bilgilerle sanki çağlar ötesine gidip o günleri yaşadılar.

Kamp başkanı ikide bir "Çocuklar; bu gördüğünüz tarihi eserlerin çoğu bu civar köylerdeki kalıntılardan çıkarılmıştır. Ama ne yazık ki bazı cahil kimseler bu kalıntılardan çıkardıkları kıymetli eserleri para karşılığı yabancılara satıyorlar. Çok yazık!" diyordu.

Ahmet'le Hasan birbirlerine bakıp üzülerek başlarını iki yana salladılar.

Ahmet "Bu bir çeşit hırsızlık değil mi öğretmenim?" diye sordu.

Öğretmen "Ne yazık ki öyle Ahmet! Hırsızlıktan farkı yok".

Sonra bütün çocuklara dönerek "Fakat bir çaresi var bunun çocuklar" diye sesini yükseltti.

Hasan atıldı:

- Nedir?

Kamp öğretmeni "Eğitim " diyerek devam etti:

- İnsanları eğitmek, yani onlara doğru olanı öğretip, bu yaptıklarının çok yanlış bir şey olduğunu anlatmak, çocuklar.

Sonra derin bir iç geçirdi ve "Hadi çocuklar, köye dönüyoruz. Bu günlük bu kadar " dedi.

Dönüşte şehrin içini gezdiler. Dar sokaklarda yanyana sıralanmış turistik eşya satan dükkanlar vardı. Bunların kapılarında rengarenk, çeşitli, irili ufaklı süs eşyaları sarkıyordu.

Turistler her birine merakla bakıyor, kimi almak için el işaretleriyle dükkan sahibine herhalde eşyanın fiyatını soruyordu.

Hasan "Bak Ahmet" dedi. "Zavallı turistler ne kadar zorluk çekiyorlar dertlerini anlatmak için!"

"Evet" diye başıyla onayladı Ahmet. "Evet Hasan. Ben büyüyünce mutlaka yabancı bir dil öğreneceğim".

"Ben de " dedi Hasan.

O akşam kamp ateşi yaktılar. Yemekten sonra herkes birbirine sabah müzede gördüklerini anlattı.

Ertesi gün kamp öğretmenleri herkesin ikişer, üçer ilginç şeyler araştırmak, gözlem yapmak için serbestçe dolaşabileceklerini söyledi.

Bütün çocuklar el çırptılar. Hep bir ağızdan: "Yaşasın!" diye bağırdılar.

Ahmet'le Hasan hemen elele tutuşup köy civarını görmek üzere yola çıktılar. Göl kenarında sağa doğru giden ince patika yola saptılar. Kah durup çiçek topladılar, kah koştular; durmadan yürüdüler. Güneş yükselip tam tepeye gelince öğle vakti olduğunu anladılar.

Ahmet telaşla "Saat kaç Hasan? Kamptan ne kadar uzaklaştık?" diye sordu.

Hasan "Sabah saatimi takmayı unutmuşum. Galiba oldukça geç oldu" dedi.

İkisi de heyecanla birbirine baktı.

Ahmet "Bak Hasan; ileride bir tepe var. Oradan belki kampı görebiliriz " diye sevindi.

Koşarak tepeye çıktılar. Hasan elini alnına siper ederek çevreye bakındı. "Kimsecikler yok Ahmet. Galiba biz kaybolduk! Kamptan da çok uzaklaştık" dedi.

Her ikisi de çaresiz, bir ağacın altına çömelip kaldılar. Zavallı çocuklar yorgunluktan halsiz düşmüş olacaklar ki oracıkta uyudular.

Ahmet gözünü açtığında güneş batıyordu. Serin bir rüzgar yüzüne çarptı. Hemen kalktı, Hasan'ı sarstı.

- Kalk Hasan, kalk. Akşam oluyor!

Hasan sıçradı. Elleriyle gözlerini ovdu. "Rüyamda annemle babamı görüyordum Ahmet" dedi.

Ahmet "Rüyanın sırası mı şimdi?" diyordu ki tepenin yamacından bir takım sesler gelmeye başladı.

Hasan "şşşşt!" diye parmağını dudağına götürerek Ahmet'e susmasını işaret etti. Ağacın arkasına saklanıp aşağıya doğru baktılar.

Aşağıda dört adam vardı. Biri temiz giyimli, kravatlıydı. Diğer üçünün ellerinde kazmalar, kürekler vardı. Temiz giyimli olan eliyle biraz ötesini işaret ediyor "İşte şurası. Tam orayı kazacaksınız" diye emir veriyordu.

Diğer üçü hep bir ağızdan "Olur beyim" deyip başlarını salladılar. O sırada rüzgar esti. Yerden toz kalkıp Ahmet'in burnuna kaçtı. Çocuk kendini tutamayıp gürültüyle hapşırdı.

Adamlar hemen duraklayıp, sesin nereden geldiğini anlamak için bakındılar. Güneş batmış, hava iyice kararmıştı. Temiz giyimli olan cebinden bir el feneri çıkarıp çevreye dolaştırdı.

- Hey, kim var orada?

Zavallı Ahmet'le Hasan korkudan titremeye başladılar. İyice birbirlerine sarılıp ağladılar.

Adam elinde fener, tepeye doğru tırmandı. "Kim var orada diyorum?" diye seslendi.

Aynı anda ışık tam Ahmet'le Hasan'ın üzerinde parladı.

Adam aşağıdakilere seslendi:

- Vay canına! Burada iki yumurcak var; gelin.

Ahmet "Amca, biz yakında bir yerde kamp yapıyoruz. Yolumuzu kaybettik. Bize yardım edin ne olur?" diye yalvardı.

Adam sesini iyice yükseltti :

-Yardım etmek mi? Gördükleriniz anlatın diye mi?

Hasan "Vallahi biz bir şey görmedik amca " dedi.

Adam "Sus yumurcak! Zaten görsen de kimseye söylemeyeceksin. İstersen dene, sizi öyle bir döverim; doğduğunuza pişman olursunuz" diyordu ki aşağıdaki adamlardan biri: "Hey beyim! Hele az gel; bir şey bulduk!" diye seslenince adamın arkasını dönmesini fırsat bilen Ahmet'le Hasan hızla kaçmaya başladılar. Hem kaçıyorlar, hem ağlıyorlardı.

Koştular, koştular. Nefes nefese kalmışlardı. Üstleri toz içinde , aç susuz yürüdüler.

Yeniden koşmaya başladılar. Uzaktan birkaç ışık kümesi gördüler. Kamp öğretmeninin sesi duyuldu:

- Hasaan! Ahmeeet! Nerdesiniz?

Öğretmen onları bulduğunda zavallı çocuklar korkudan ve açlıktan perişan bir haldeydiler. O gece derin bir uyku çekip dinlendiler. Sabahleyin kamp öğretmenine başlarına gelenleri ve gördüklerini tek tek anlattılar. Kamp öğretmeni diğer çocuklara hiçbir yere ayrılmamalarını tembih ederek Ahmet'le Hasan'ı yanına alıp şehir karakoluna gitti.

Komiser kamp öğretmenini dinledi. Hasan ve Ahmet'e bazı sorular sordu. Sonra "Anlaşılıyor. Bu adamlar bizim ne zamandır aradığımız tarihi eser hırsızları mutlaka " dedi.

"Aferin çocuklar! İyi bir iş başardınız " diye de Hasan ve Ahmet'in başlarını okşadı.

Ertesi gün kamp öğretmeni Hasan'la Ahmet'i yanına çağırdı.

"Çocuklar; sizin tarif ettiğiniz tepede hırsızlar yakalanmışlar. Bugün komiserden öğrendim. Suçlular hapse atılmış" dedi.

Bir hafta sonra kamp süresi bitti. Herkes evine döndü. Ahmet ile Hasan'ın ailesi onları çok özlemişti. Uzun uzun sarıldılar, hasret giderdiler.

Anneleri, babaları tatillerinin nasıl geçtiğini sorunca Ahmet ile Hasan aynı anda başlarından geçen ilginç serüveni anlatmaya koyuldular.

O akşam geç saatlere kadar durmadan anlattılar, anlattılar...


Hikayeler