Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

İlk İcazetname




Hasan-ı Basri, Muhsin Ali Hazretleri'nin terbiyesinden geçer ve kısa sürede yetişir. Hocası ondan halka vaaz vermesini ister. İşte, bir gün kürsüdeyken kapıdan bir yabancı girer. Hasan-ı Basri mescidin nurlandığını hisseder. Bu ne heybettir Ya Rabbi, bu ne güzelliktir... Yoksa bu zat... Evet, yanılmadığını anlar. Meçhul misafir Hazret-i Ali'nin (Kerremallahü vecheh) ta kendisidir. Hasan-i Basri , Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman'dan sonra 'ilim şehrinin kapısı' ile şereflenir. Hazreti Ali Efendimiz, bu genç vaizi çok sever. Kimseye yapmadığını yapar, ona tasavvuf ile ilgili sırları fısıldar. Dahası nurlu elleri ile bir 'icazet' yazar ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirir. İşte tasavvufta hilafetnâme (izin belgesi) verme usülü Hazret-i Ali'den kalma bir gelenektir.

O günden sonra Hasan-ı Basri'nin hizmeti büyük olur. İnsanlar fevç fevç sohbetine gelirler. Talebeleri ülkeler beldeler ötesini nurlandırırlar ki bunların arasında Malik bin dinar, Utbe-i Gulâm, Ebû Haşim-i Mekki, Habib-i Acemi gibi pırlantalar vardır. Bu yol ölümünden sonra da devam eder İbrahim Edhem ve Mûiniddin-i Çeşti gibi zirveler halkaya eklenirler. Hasan-ı Basri hazretleri hurma dalından dokunmuş bir yataktan başka bir şey bırakmaz. Ölüm halleri belirdiğinde 'ömrümün hesabından çok korkuyorum' diye ağlar. Birara dalar, soluğu duyulmaz olur. Talebeleri hafifçe sarsarlar. Mübarek gözlerini aralar 'beni cennet bahçelerinden, nefis pınarlardan, güzel konaklardan uyandırdınız' buyururlar.

Son olarak 'Bir kimse ölüm anında sıdk ile kelimeyi şehadet getirirse cennete gider' hadisi şerifini nakleder ve tane tane şehadet söylerler. Basra, Basra olalı böyle bir cenaze merasimi görmez. Talebeleri onu Salihiyye denilen yere defnederler.


Hikayeler