Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

İkisini De Tanımıyorum



   Yıl 1967... Ankara'da polis memuruyum... Görev yaptığım yer başkent... Ama aldığım ücret, şehir merkezinde oturmamıza izin vermiyor... Biz de çaresiz, şehre uzak da olsa, kiraların ucuz olduğu Esenboğa Hava Limanı istikameti, Çubuk Barajı giriş mevkiinde oturuyoruz.



   Görev yaptığım yer, Orman Bakanlığı önündeki kavşak. Yani TBMM önünde... Yani, görev yerimle evim arasındaki mesafe yaklaşık 15 km...



   Görevim, trafik polisliği. Dolayısıyle sabah erkenden kalkıp hazırlanarak görev yerime zamanında uluşmam gerek.



   Yine böyle bir sabah saat 06.00 sularında yola çıktım. Araçlara, şimdiki tabirle otostop yapmak istiyorum. O esnada bir taksi yaklaştı. Geldi tam hizamda durdu. "Ne yapalım" dedim, "Bunda da vardır bir hayır. Hele binelim bakalım."



   Arabaya bindiğimde sürpriz bir şeyle karşılaştım. Taksi şoförü ağlıyordu. İyi ama sabah sabah ne olmuştu? O an için üniformam var üzerimde. Acaba ben polis olduğum için durdu da, bana bir sıkıntısını mı anlatacaktı. İster istemez sordum:



   - Hayrola arkadaş, ne oldu ne var? Niye ağlıyorsun?



   - Ben ağlamayayım da kim ağlasın ağabey.



   "- Yahu ben de merak ettim, hele anlat bakalım," deyince başladı anlatmaya:



   "- Abi, ben Ulus meydanındaki "Hal taksi" durağında taksi şoförlüğü yaparım. Bugün sabahleyin bir beyefendi geldi. Esenboğa Havaalanına gitmek istediğini söyledi. "Hay hay abi" dedim ve çıktık yola.



   - Eee, sonra?



   - Biliyorsun, havaalanı yolunun Çubuk barajından sonraki bölümü inişli yokuşlu. Benim kullandığım oto da gördüğün gibi 1956 model Chavrolet. Bunların vitesleri koldan.



   - Ne olmuş koldan olmuşsa?



   - Öyle deme be abi, senkromeji bozuk.



   Yani vites kutusu demek istiyordu. Devam etti gözlerini silerek:



   İnişli çıkışlı yoldan giderken vites kolu vitesten atmasın mı? Eyvah dedim, yine mahvoldum. Beni bir ter bastı. Yolcuya da belli etmek istemiyorum ama sol elimle direksiyonu tutarken, sağ elimle de vites kolunu sıkı sıkıya kavradım. Bu durum beyefendinin dikkatini çekmiş. Sordu bana:



   - Neden bu kol ikide bir atıyor?



   - Senkromaj parçalarının değişmesi lazım da beyim.



   - Eee, neden değiştirmiyorsun?



   - Kolay mı beyim, çoluk çocuk, ev kirası şu parası bu parası derken, bir türlü denkleştiremiyorum.



   Sustu adam... Dikiz aynasından göz attığımda, sabah yeni yeni kızıla çalan uzak ufuklara dalıp gitmişti. Ben de sustum. Yolculuk bitip havaalanına geldiğimizde, taksi ücretiyle birlikte çıkartıp beşyüzbin lira uzattı. Bir de kart verdi. Ben aval aval yüzüne bakarken ilave etti:



   - Bu parayla otomobilini tamir ettireceksin, ev alacaksın, çoluk çocuğunu okutacaksın. Benim paramı da gelir düzeyin iyi olduğunda ödeme imkanın olursa geri ödeyeceksin. Haydi şimdi yolun açık olsun.



   Ben şaşkınlıktan teşekkür dahi edemezken, o uçağa binip İstanbul'a çoktan hareket etmişti bile. Ben ağlamayayım da kim ağlasın abi. Şimdi anlıyor musun neden ağladığımı. Hayatım kurtuldu be abi. Hayatım kurtuldu!.."



   Ne yalan söyleyeyim otoya bindiğimde şoförün ağladığını görünce "Keşke bu otoya binmeseydim" demiştim. Ama olayı dinleyince emin olun duygulandım, ben de başladım ağlamaya. Bir insanı sevindirmek meğer ne hoşmuş.



   Şimdi aradan yıllar geçti. Ne o yolcuyu ne de o şoförü tanıyorum. Ama eğer sağ iseler Allah uzun ömürler versin, öldüyseler kabirleri Cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Gerçekten dünyada, böyle iyilikseverler yüzünden yaşamak zevkli ve tatlı oluyor.




Hikayeler