Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

Ne İlk Ne De Son Acı...



Bugün size, Balıkesir Savaştepe'den Zeliha Özcan'ın şahidi olduğu bir dramı yayınlıyoruz.

"O gün evde yalnızdım. Odamda bir yandan birşeyler atıştırıyor, diğer taraftan da yarım kalan romanımı heyecanla okuyor, hatta bir an önce bitirmek için sabırsızlanıyordum.

Derken odanın içerisini acı bir fren sesi ve ardından da bir çığlık kapladı... Daha sonra ardı arkası kesilmeyen bağırışlar, ağlayışlar, yakarışlar...

Birden irkildim. Odanın sokağa bakan camına fırladım. Bir de ne göreyim, bir çocuk kanlar içinde yerde yatıyordu.

Ağlayışlar sanki dağları deliyor, semaları inletiyordu. O koca apartman başıma yıkılmıştı.

- Ah yavrum seni bugünler için mi büyüttüm! Senin kanlı cesedini göreceğime ölseydim, ölseydim yavrum, ölseydimmm...

Kalabalık gittikçe çoğalıyordu. Ben yerimde donakalmıştım. Elim ayağım buz gibi olmuştu. Feryatlar öyle acı geliyordu ki...

- Keşke senin yerine ben ölseydim, benim canımı alsaydın Rabbim.

Derken olay yerine çocuğun babası da geldi. Onda da bir feryat figan... Yerleri gökleri inletircesine bir yakarış...

- Allah'ım neydi günahımız. Tek yavrumu, canımı, oğlumu, Memedi'mi aldın elimizden... Allah'ım... Allah'ım nasıl dayanırım ben bu acıya?

- Oğlum... Oğlum... Bebeğim... Daha bu sene 3'e gidecekti... Mehmed'im hani o en çok sevdiğin ayakkabılarını giyecektin. Hani yeni önlük almıştık sana... Şimdi kim giyecek onları... Kim gidecek yavrum okula!

Çaresiz ağlayışlar şaşkınca sözlerle yoğrulmuş biçimde sürüyordu.

Olay yerine polisler geldiler. Ardından savcı çağırıldı. Hesaplar yapıldı. Tebeşirle yollar çizildi derken nihayet minik çocuğun cesedini alıp hastahene morguna götürdüler.

Arkada kalan ise bir avuç gözyaşından başka birşey değildi.

Şoför çok pişmandı. Yapılan tahkikatta ortaya çıkan şey oldukça dramatikti. Çünkü henüz ehliyetini alalı üç gün olmuştu. O da daha ondokuzunda hayatı cıvıl cıvıl gören bir gençti... Başı önünde gözleri dolu doluydu. Bir ocağın sönüşünü binbir pişmanlıkla seyrediyordu.

"Ah keşke hızlı sürmeseydim" diye kendi kendini yiyip bitiriyordu.

Ama nafile...

Neye yarar artık...

Dokuz yaşındaki o körpecik yavru mezara gidiyordu. Bir evin bir çocuğuydu. Üstelik yıllar sonra gelmiş ve bu aileye ayrı bir saadet ayrı bir sevinç katmıştı. Artık ailenin neşesi olan biricik yavruları yoktu. Bundan sonra bir daha da geri dönmeyecekti.

Allah'ım ne acı ne acı bir son!..

Şoför ne olacaktı peki?.. Daha 19 yaşında hayatı toz pembe görüyordu. Yaşayacağı nice güzel günleri vardı. Üniversite sınavlarını da kazanmıştı. Hatta okuluna kayıt olmaya gidecekti de; son bir kez taksiyle dolaşmak, sevincini başarısını kutlamak istemişti.

Kimbilir belki de bir sevdiği vardı...

Oysa şimdi hükümlüydü...

Artık onun için yıllar geçmek bilmeyecek, ayrıca vicdan azabı damla damla yüreğini eritip bitirecekti. Hatta ömür boyu pişman olacaktı.

Geriye dönüp bakıldığında ise iki ocak birden sönüyordu. Hem de saniyeler içerisinde...

Bizler bir yıkılışı, sessizce seyrettik hiçbir şey yapamadan gözler önünde...

Bu gidişata kim, ne zaman dur diyecek. Trafik ne zaman canlar yakmayı bırakacaktı? Bu cevapsız sorular kimbilir daha kaç annenin kaç babanın dudaklarından dökülecekti...


Hikayeler